Adem Erdoğan kimdir, Adem Erdoğan hayatı ve biyografi bilgileri, Adem Erdoğan şiirleri kitapları adı nedir? sorularının yanıtları ortaya çıktı. Gazeteci ve şair Adem Erdoğan, 30 Temmuz 1983 tarihinde Sivas’ın Akıncılar ilçesine bağlı Elibüyük Köyü’nde dünyaya geldi. 6 yaşına kadar köyde yaşadı. İlk ve ortaokulu İstanbul’un Üsküdar ilçesinde tamamladı. Lise eğitimini tamamlayamadı ve okuldan atıldı. 16 yaşında tam zamanlı çalışmaya başladı. 2003-2004 yılları arasında askerliğini yaptı. Daha sonra açıköğretim lisesini bitirdi.
Gazeteci Adem Erdoğan kimdir?
Adem Erdoğan, 2004 yılında askerden geldikten sonra muhtelif işlerde çalıştı. 2007 yılında Ümraniye Belediyesi’nde zabıta olarak çalışmaya başladı. 2009 yılının son günlerinde bu görevinden istifa etti. Erdoğan Basın Yayın ve İletişim şirketini kurdu. Aynı günlerde İstanbul’un Anadolu Yakasına hitap eden ve İstanbul ile ilgili haberlerin yer aldığı Haber Hattı Gazetesini kurdu. Merkez ofisi önce Ümraniye’de, daha sonra Üsküdar’da olan gazetenin ilk sayısını 15 Ocak 2010’da çıkardı. Haber Hattı Gazetesi 2013 yılına kadar çıktı.
Adem Erdoğan, 2012 yılında Türkiye’nin en büyük dijital medya şirketlerinden birinde Personel ve İçerik Yöneticisi olarak işe başladı. Türkiye’nin en büyük haber, sinema, edebiyat ve sağlık sitelerini bünyesinde bulunduran şirkette 5 yıl yöneticilik yaptı. Aynı zamanda Antoloji.com sitesinin yenilenme projesini yönetti. Şirket ile 2017 yılında yolları ayrıldı ve devam eden aylarda İzmir ve Ege Bölgesinden yerel haberler veren www.sondakikaizmir.com sitesini bir arkadaşı ile birlikte kurdu. Halen bu haber sitesini yönetmeye devam ediyor.
Adem Erdoğan ve edebiyat
İlk şiirlerini ortaokulda yazmaya başlayan Adem Erdoğan, yıllar içinde şiir yeteneğini geliştirdi ve edebiyata daha fazla vakit ayırmaya başladı. 2004 ile 2010 yılları arasında Beyoğlu’ndaki edebiyat lokallerinde bulundu. Usta şair ve yazarların edebiyat atölyelerinde şiirini geliştirdi. Edebiyat etkinlikleri yapan ve şairlerin kitaplarını çıkaran Sivri Kalemler Derneği’nin ilk genel sekreteri oldu. 2007 yılından itibaren Ay Vakti Dergisi’nin hazırlık süreçlerinde görev almaya başladı. Bu dergide şiirleri yayınlandı. 15 yıldan daha uzun bir süre Ay Vakti Dergisi’nin mutfağında; derginin hazırlanması, internet sitesi ve dergi ile alakalı diğer konularda Yayın Koordinatörü olarak gönüllü hizmette bulundu.
Adem Erdoğan, 2010 yılının sonunda edebiyat ve şiir dergisi olarak yayın hayatına başlayan Hurufat Dergisi’nin İmtiyaz Sahibi oldu. 2012 yılında Türk Edebiyatında bir ilk olan Kar Şiirleri Antolojisi kitabını hazırladı. Kitapta Türk edebiyatının en iyi kar şiirleri yer aldı. Ay Vakti Dergisi’nin 197. Sayısı olan Sezai Karakoç Özel Sayısını büyük bir emekle hazırladı. Şeyh Efendinin Politik Sırları (Hüseyin Yürük) ve Türk-İslam Ülküsü (S. Ahmed Arvasi) kitaplarının editörlüğünü yaptı.
Adem Erdoğan, 2004 yılından itibaren onlarca şiir gecesinde kendi şiirlerini seslendirdi. Birçok edebiyat etkinliğini organize etti. Birçok edebiyat dergisinde ve antolojilerde şiirleri yayınlandı. Bazı edebiyat söyleşi ve tartışmalarına konuk olarak katıldı. Yaşamını Üsküdar’da sürdürüyor.
Adem Erdoğan şiirleri
çay şiirleri
1. bakışın buzu
.
bakışına kan yürütmüş
ellerinle çektiğin basınç
dilinle ittiğin demir
yüzünde buz arıtmış
.
gidip gelen gidip gelen bilinç
batıp çıkan batıp çıkan gemi
sımsıkı bağlamış ki buzulların gemini
yemini verememiş burnunun buluş
.
bu ancak post-modern bir yarış
..
.
2. silinen zaman
.
buza dökülen gözyaşı
ayrık otu gibi sağaltır kutbu
çatlamasın diye denge öngörür
kendine yağan bulutu
.
yüzünü sesine çarpa çarpa parçalar
azaldıkça çoğalan dilemma
kuramlarını kurana kafiye düşürür
adımlarını gölgesine basan ayna
.
zamanı da siler
terledikçe külü de aşırır
..
.
3. olağan şüpheli
.
beni gördüğün yerden bakamazsın
baktığın yerden gördüğün beni
suretine tuz basamazsın
bastığın tuz suretine ekmeği
.
her şey olağan şüpheli...
.
yine azal yine azar
azar azar yine çoğal
bu bir yankı dönüşmesi
yine doldur tekrar boşal
.
her şey olağan şüpheli...
..
.
4. ayna
.
yalnız!
onu görmek için
baktığında göreceksin
kendini
.
bir tomar yalnızlık
gibi büküleceksin.
.................................................
sis ve değişim
-I-
göz
gözü
görmüyor
aşktan.
-II-
karada
yaşayan balıklar
gibi suda unut-
kanlaşıyor
insan.
.................................................
O’nun Şiiri
imlası yoktur gördüğün yörüngenin
.
bir kent nasıl sürgünse
kendine
O'da
bükülür böylece
iç çizgisine
.
korktuğunda gece
ya da
sese tuz basıldığında
.
şaşırma
.
hepimiz benzeriz bazen
baktığımız aynaya
.
yaklaşarak geldiğimiz noktada
yokluğun giden ayakizini ararız
.
bulut teninden
sıyrıldığında
.
öyle ya
.
arınmış bir ahenkle
dolanır her şey
O'na
.
önce
.
gözlerin duymaz
dokunacağın sese
.
baktığın bütün eksik açılar
tamamlamaz bir sona
O'nu
.
sonra
.
noktasız bir dünya
gibi kıvrılır
kendi virgülüne
.
O kendine yürür
.
daima...
.................................................
ölüm ağzımızda susar
akrebin uzayıp giden nehri
yalnız kuyuyu düşlediği yerde
bir sarmaşık gibi sessiz
zehirliyoruz geceyi birlikte
.
ışığın gövdesine sızan iki renk
iki yalnız uçurumuz nihayet
yokluyoruz dokunarak bütün sebepleri
.
sen yüzüne konmuş kuşlarla uyanıyorsun
geceleri
uyuyup göğün yüzüne açılan
kapılara benziyor kaldırımlar
gözlerine ak sürmeler çekilmiş
yarasalarla diğerleri
.
uyanıyorlar
.
gecenin gözünden ipleri çözüp
—kansız ihtilaller düşlemek boşuna
der gibi dövüşüyorlar
sıkılan bir yumrukla sevişir gibi
ve çoğaltarak bir rahibin çaresizliğini
kanlı asfaltlarda yürüyorlar
.
sen üzgün bir adım gibi
gölgenin izindesin hep
bir güneş nasıl ilerliyorsa toprağa
öyle yürüyorsun bıkmadan
.
onlar
paslarını silip dil açılarının
bir ayin gibi doğruluyorlar
matematiğin gözünde her an
ekmeğe kanı banarak tüketiyor zaman
.
bir benzeşmenin köklerini sarsarak
bölünmeden çoğalarak
ve ölmeden doğrularak
doğruda bir leke kalıyor duman
.
ve onlar her doğruda bir leke kalıyorlar
kan kandırıldıkça yüksek kanatlarla
alçak zamanlara al-çalıyorlar
.
şimdi yanan denizler
şimdi yanan toprak
ve yanan bütün şeylerin üstüne
akbabalar ve yarasaların üstüne
kanın ve kanıtın üstüne and içiyoruz durmadan
.
sisli yıllar gibi büyüterek ellerimizi sonra
sonra ellerimizi uzatarak aşkın omurgasına
durmadan yürüyor ve sayıklıyoruz o ulu geleceği
bize doğru yol alan o ulu geleceği
anlatıyoruz birbirimize
.
korkunun ellerini çözüp
onları arıyoruz
neredeler
alıp götürüyorlar bizi
ve biz gittikçe
onlar orada olmuyorlar
.
bir yumağa benziyor bütün bunlar
çözülen bir yumak ve dağılan
bir adam ellerine bakıp
yorulmuş artık yıldızları saymaktan
.
bir adam
ve biz
bir yalana kanıyoruz durmadan...
.................................................
yağmur akşamı
akşam kararsız yağmurların aşınmış mihrabında
gemiler teskin yüküyle yanaşır geniş kıyılarına
sağnak sağnak boşalan bir geceye böyle yürünür
.
nedir bir gecenin akşamdan beklediği o anda
yırtılan gökkafesiyle sesler alçaldığında
çağrılmış bütün ruhlarla karanlığa gömülür
.
eski şarkıların getirdiği anılar atlasında
sezilen adımlar gibi anlaşıp şeytanıyla
tanrısına sırt çevirmiş gölgesiyle bölünür
.
geldi beklenen akşam yitmiş güneşle bakışlara
düşünce gibi açıldı solgun gül yine hatıralara
çağıran yağmurla sabaha dek sokaklarda kalınır
.
limanları terkeden bütün kaptanlar alabora
kaybedişin ağırlığı mimlenir bakışlarda
böyle bir deniz görkeminde susarken de ölünür
.................................................
Nafile
çoğalıyor giderek yüzlere düşen sükut
çağırıyor gözleri caddeler ve sokaklar
boşalıyor evlerden nafile gezen umut
gittikleri her yerde günle kanayacaklar
bir buluta benzeyip boşluğa yağacaklar
.
her adım bir zincirle bağlanması hayatın
her nefes diğerine karışan kalabalık
bir kanat hayaliyle koşması gibi atın
uçurum özlemiyle anlatılan karanlık
götürecek onları gökyüzüne bir anlık
.
her şeyi eksiltiyor çoğalan her saniye
azalıyor ışığın verdiği sözler bir bir
sığmıyor caddelere bu bir mahşerdir diye
ayaklara değmeden ruhu yıkayan nehir
o saçları okşayıp yollara düşen zehir
.................................................
yağmur
zamanın elinde eksik büyüyen insan!
güneşi görmüyorsun gölgene basmaktan!
.
oysa gece bittiğinde aydınlık
pişmanlıkları silip götürür karanlığa
kendini inkar etmekten daha başka
ne kalır elinde düşünemezsin
.
yorulma, zamanı tutamazsın aklınla
ellerin yanar tutunmaktan geçmişe
susarsın, dilin kurur güzel günlere
yüreğine söylediğin yalana inanamazsın
.
ey dalları kıran, çiçekleri koparan
ey baştan başa hicran, özlediğim rüzgar
istanbulu ağlat, çünkü bu aydınlıkta
yolunu bulamıyorsun yağmurdan başka
.................................................
geceyi dinlerken
kanın rengi kırmızıysa, bu akan ışık hangi ses
bölüşüp ekmeği hamurdan yapılmış bir ağızla
çoğalıyor giderek aydınlık denen kafes
korkuyla gidilecek yol kalmamış karanlıkta
.
ses hangi birimizin, eski aydınlığı, kırılmış
yenisine gittikçe varılmaz bir algıda
ölmek denen varlıkta hangi sular durulmuş
hangi gün geçiyor bu eksik yanılgıda
.
bu biziz ve yağmurun kadim ölgünlüğüdür
bağırmak yokuşunda eski bir anayasa
tutulmaktan arınmış uçurum günlüğüdür
yaşasın hep yaşamayla, yaşlanan kalpte tasa
.
kanın rengi kırmızıysa, gözlerim mi sükûnet
dünyanın son kapısı eski bir mezarlıkta
yıllar yılı besleyerek büyüttüğüm bu niyet
boynumda yafta gibi, ölümle pazarlıkta
.................................................
eylülün getirdiği
-I-
zaman yalnız gölgesini büyüten bir aynadır
renklerin yokluğu tamamladığı gecede
zamanı hızla azaltacak bedeninde
bir amansızlık zırhı vardır
.
dağ denizin sürgünü, düş gerçeğin
bulut toprak sevgisinden yağar
su varmak arzusundan yürür
ağaca
.
aşk yaşamak için kan
damarda
.
zaman yetişemediğimiz sokakların zehri
ellerin dokunduğum bir sonsuzluk şehridir
ki adımlarımın serüveni
seninle büyüyen bir misillemedir
.
bu aşk
böyle bilinir.
.
-II-
ya acı sürüldü
kaybettiklerimizin hüznüyle yüzümüze
yahut gördüğümüz çoğalmak değildi
yoksa bu hayaletlerle dolu şehirde
acı denen iklime gelinir miydi?
.
ve artık
yalnızlığın defteri dürüldü
içimdeki zehri toprağa akıtacağım
.
ya sen varacaksın amansız gözlerime
yahut karanlık büyüyecek sensizlikte
.
böylece
kendimi de unutacağım.
.
-III-
nice eylül geçerken
nice anılar da silinir
.
anla ki ben günüm
güneşle doğan
.
anla ki bu aşk
böyle bilinir.
.................................................
gölge oyunu
-I-
bu kadarı da fazla
dedi adam
önündeki beyaz kağıda bakarak
bir şeyler karalayan ve hep kanayan
çocukların kulağına
.
günah hep olacaktır
dedi rüzgar da
gölgeniz aynada kaybolana dek
olacaktır hep O
siz onda ki-bir oldukça
O sizde çok olacaktır
dedi gölgemin boşluğuna
.
bu kadar mı yavaş yürür ışıklar
dedi kadın sonra
suyun aktığı çamuru göstererek
kızıl bir rüyaya
.
sustu dua...
.
-II-
günün en kırmızı yerinde bir saat
bir kaç vaat denizden gelen
biraz yalnızlık
sokakların beslediği bir kaçak gibi kaldırımlar
suyun yüzüne benzeyerek kırılıp
eksilen ve durmadan eksilen bir çocuklukla
büyüdü devinimin içinde
.
hep bir şeyler mi biriktirir bulut
dedi adam yağmura
yüzü bir trenin durağına benziyordu
onca yüzlerin içinde bekleyiş
akan zamanın rengine yürüyordu
.
bu nasıl rüzgar
dedi kadın bağışlamaya
saçlarımı tarayan bir bahar gibi
beni martılara benzetiyor
.
sustu kan...
.
-III-
inanın
dedi adam
söylediğiniz muammaya
büyüdü düşünülmeyen yarın
yanlarında boşluğu gezdiren insanlarda
.
günün en zehir yerinde örtüler
yüzleri olmayan adamların üzerine örtülüyordu
azala azala yürüyen
caddelerinde kentin
bir volta gibi arşınlıyordu gökyüzünü ses
duyulduğu zaman kaybolan.
.
sustu kadın da...
.................................................
ünlem
.
ak bir bulutu!
sağarak gökyüzü!
toprağa kanıyor!
.
ey insanlar!
sizler birer yıldızsınız!
eksilince beklemeyin!
.................................................
in-san
aşk, bilenen bir acıdır
sesim bütün seslere uçurum
üşüyorum yankılandıkça
yüzüme çarpan karanlığı seyredip
amansız dağılıyor korkum
gecenin duvarlarına
.
en güzel ayrılık masalı
iki yalnızlık arası boşlukta
bir dağın bir denizi anlatışı
yokluğun imlasız kalabalığına
.
şiir aklın içinde
büyüyen ur gibi
sözü eksiltir
aynada
.
aşk, yandıkça çoğalan bir orman
insan hep kendini arayan bir gezgin
mananın gözleri sevincin kabri
gülüşü azrail adımı gözlerinin ve sesin
nereye varır iz yittiyse, geceyse
bir gölge
neyi arar karanlıkta
kendini görüp de
oysa
güneşle büyütür ayrılığını
nefesimi sürükleyen her dalga
.
ve her diken bir gülden ayrılınca sevilir
anla
.
şu birbirine çarpan bulutlara bak
ateşle söner
kıvılcımla büyüyen her yağmur
.
her istasyonda bir ötekine
bilet kesilir gibi aşk
kendine soğur zamanla
.
sonra ince parmaklarıyla
yüzüme dokunan gökyüzü
içinde adımlarım, adlarım kaybolan
bu sanki ilk kez ölüyorum gibi bir heyecan
yokluyor bütün mevsimlerimi
yaşamak gibi akşamlarda asılı kalan
.
sevgili
her yağmur biraz ölümüdür renklerin
.
ölmek için yaşıyor yarım insanlar..
.................................................
yakın
şimdi bütün resimler sarı sonbahar
yapraklarını döker gibi azalıyorlar uzakta
yakınlık kafdağı gibi hüzünlü bahar
gece düş gibi sancıyla çoğalıyor şafakta
.
ellerim bir kez daha değseydi ellerine
ateş suya inerdi kurtularak kendinden
sarılırdım dörtnala giden aşkın yelelerine
bir heceyi söker gibi yeniden
.
her şey yoktu, her şey var oldu her şeyde
keder bir deniz gibi kabardı bulutta
sen de gözlerini büyüterek bir şey de
güneş bir gül gibi solmadan ufukta
.
ey aşkın kurtarılmış ülkesi hicran
ey yalnızlık şehrinin sahibi hüzün
umut bir ufuktur baktıkça çoğalan
gözlerim daha bir aydınlık bugün
.
sesimin ateşten yankıları düşüyor bir bir
bu dağı ben koymadım bu aşkın vadisine
büyük bir fırtınaydı, şimdi uyuyor şehir
zehirden oklar karışıyor gecenin sesine
.................................................
anladım
ses bir gedik açtı dağda
yankısına çığ düştü
.
doğruldu, ayakları yetmedi
kapandı, söz üşüdü
.
çünkü yol yalnız yolcunun harcı
yolcu yalnız yolla anlatıldı
.
ben de bu dağda yankılanan sesimle
eskiyen ellerime kapandım
.
ve katili gibi sanki bu şehrin
izsiz sokaklara yakalandım
.
ne desem nafile, susma zamanı
hazineymiş sükût, anladım.